Kayıtlar

Nisan, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SİS VE MARTI

Resim
 Öyle yoğundu ki sis, birkaç kulaç öteden dizel motorlu olduğu belli olan bir geminin geçişi, yalnızca karaltı ve silik fener ışıklarından ibaret bir hayalet geminin geçişini andırıyordu. Fikret’in dediği gibi, “beyaz bir karanlık” egemendi günün ortasına. Ama öyle bir karanlık ki, yalnızca huzur vardı içinde. Ve bir de yalnızlık. İnsanın iliklerine işleyen, kanın her zerresinde hissedilebilecek, fakat korkutmayan, ürpertmeyen bir yalnızlık. Demek huzur da verebiliyormuş yalnız kalmak insana!  Kumsalda yürüdüm uzun uzun. Soğuktu hava soğuk olmasına ama hayatın keşmekeşinden çalınmış birkaç dakika için dert etmeye değer mi? Çakıllarla denizin birbirine parmak uçlarından dokunduğu şeritte, suyun bir karış altında sessiz sakin dinlenen taşları seyrettim biraz. Onlarda bile garip bir huzur vardı. Oldum olası severim suyun altındaki taşları seyretmeyi. Aralarında dolaşan minik balıklar, bazen hızla bir taşın altından diğerinin altına geçiveren küçük bir yengeç keyif verir bana. Suyun sa

Birdenbire…

(Nilüfer'de Yerel Gündem Dergisi, Ocak 2007) Hayat… Akıyor… Zaten… Gök… Mavi… Yer… Peh!.. Metro… Ter… İş… Sigara… Çay… Yemek… Rakı… Gri… Her şey… Gri… Ev… İş… Ev… İş… Banka… Faiz… Amabirdenbireşimşeklerşimşeklerşimşeklerşimşeklervehattayıldırımdüşüyortepemeyıldırımyıldırımdüşüyorgibioluyorölüyorumsanıyorumdibedoğrugidiyorumamadibegitmiyorumgüneşigörüyorumhâlâvegüneşhoşumagidiyoriçimısınıyorgümbürgümbürbirşeyleroluyorbuyaştansonrakalbimatmayabaşlıyorgümgümgümgümgümyerindenfırlayacaksankiüşüyorumamaterbasmışsırılsıklamolmuşumşimdiçocukolsamküçükolsamannemsırtımapeçetesokuştururveyafanilamıdeğiştirirdiamaannemyokyanımdaolmasınıistiyordeğilimbüyüğümbenamaküçükhissediyorumkendimiküçükküçücükhissediyorumamabenbüyüdümartıkterbasıyorzatenyanımdaonunolmasınıistiyorumo

Yan Oda

(Nilüfer'de Yerel Gündem Dergisi, 2005) Bir paranoyak, dişlerini nasıl fırçalar? Yukarıdan aşağıya? Soldan sağa? Ne bileyim… Ben hiç fırçalamam ki! Yan odadakiler benim hakkımda mı konuşuyorlar acaba? Adımın geçtiğini duyuyorum. Aslında adımı tam olarak duyuyor değilim. Ama adımdaki sesli ve sessiz harflerin çok uygun bir araya gelişleri takılıyor kulağıma. Mutlaka benim adım o. Tun-ta-ta… tan-tun… Tan-ta-tun… Evet evet… Benim adım bu. Yoksa niye bu kadar tangırdasınlar ki? Peki ya adım nasıl geçiyor? Benden iyi mi bahsediyorlar, yoksa kötü mü? Benim ne rezil bir herif olduğumdan mı bahsediyorlar, yoksa ne iyi insan olduğumdan mı? Ama ben rezil bir herif değilim ki! Yoksa öyle miyim? Peki ya iyi bir insansam? İyi bir insan olsam niye benim hakkım

BULUTLAR…

(Nilüfer'de Yerel Gündem Dergisi, Mart 2007 ) Hindistan’ın kuzeyindeki Uttar Pradeş eyaletinin Agra kentine yakın köylerinden birinde, yağız mı yağız bir delikanlı yaşar. Adı Maşeh’tir. 20 yaşındaki Maşeh, kendinden bir yaş küçük dünyalar güzeli, sürmeli gözlü kuzeni Guriya’ya aşık olur. Guriya da Maşeh’siz yapamayacağını anlamıştır. Ancak, yaşadıkları kapalı çevre, ilişkilerini onaylamayacaktır. Çünkü hem kardeş çocuklarıdırlar, hem de başkalarıyla evlenmelerine karar verilmiştir. Bu nedenle, aşklarını saklamaya karar verirler. Gidebildiği yere kadar böyle gidecektir. Her şeyi saklayabilirsiniz. Ama tutku, çuvala sığmayan mızrak gibidir. Yasak aşk, ortaya çıkar. Guriya ve Maşeh, köyden kaçarlar. İstedikleri tek şey, birbirleridir. Mal, mülk, para, altın değil… Guriya Maşeh’i,

YORGAN

(Nilüfer'de Yerel Gündem Dergisi, Sayı 13, 2006) “İyi geceler” dilekleri tükenip tüm ışıklar söndüğünde, penceremin önündeki ağacın perdeme vuran gölgesi başkalaşır, rüzgarda raks eden dalları, korkunç bir “öcü”nün kollarına, yaprakları da saçlarına dönüşürdü. Kulaklarıma gelen fısıltıların kime ait olduğunu bulmaya çalışmaz, her kim ya da ne ise, benden uzak durmasından başka bir şey istemezdim. En büyük koruyucum, her çocuğunki gibi yorganımdı. Terlememe rağmen bu muhteşem kalkanın güvenliğinden vazgeçemezdim. Öcüler, orada bir yerdeydi çünkü. Ve hiçbir yorganın altına, korkusundan başka hiçbir şeyi geçemezdi öcünün! Tüm yorganların… Tüm çocukları… Koruduğu dönemlerin korkularıydı onlar.

Vatan mı, takım mı?

Geçenlerde önemli bir maçı izlerken, aklıma geldi. Tuttuğum takımın eski bir oyuncusu, şu an rakip takımdaydı. Bir an tuhaf oldum. Tabii ki ilk kez karşılaşmıyorum bu durumla ama nedense bu duyguya ilk kez kapılıyorum. Çok acaip geldi bana. Taraftar, takım tutuyor, takım futbolcuyu satın alıyor, taraftar o futbolcuyu seviyor, biraz heyecanlı olanları, oyuncusuna laf söyletmiyor, sonra takım o futbolcuyu rakip takıma satıyor, ona daha önce laf söyletmeyen adamla laf söyleyenler bu kez yer değiştiriyor… Takımlar organik. Durmadan değişiyor. Zaten taraftar da oyuncuyu değil, takımı tutuyor. Çünkü taraftar, o takımı seviyor. Oyuncuyu da, ancak tuttuğu, yani sevdiği takıma hizmet ettiği sürece seviyor. Oyuncu hangi takıma geçerse geçsin, kime hizmet ederse etsin, onun oynadığı takımı seven bir taraftar modeli henüz yok. Olması da mantıklı değil. Sevgi bir yana, taraftar, futbolcuya hangi takımda oynarsa oynasın her zaman saygı duyacaktır. Çünkü oyuncunun mesleği bu.

Hanno'nun Seyir Defteri

(Yelken Dünyası, Kasım 2005) Tarihte kaydı tutulmuş ilk uzun deniz yolculuğu Kartaca Kralı Hanno’nun Afrika’nın Batı kıyılarında yaptığı yolculuktur BİR YELKEN, BİR KÜREK, BİR YÜREK Hiçbir navigasyon aletinin olmadığı bir dönemde sadece bir yelken, bir kürek ve cesur bir yürekle yola çıkan Kartacalı denizcileri alkışlamak, bir zorunluluktur. Bildiğim kadarıyla dilimize ilk kez çevrilen bu belge, denizcilik tarihi ile ilgilenenlerin dikkatini çekecek. ÇEVİRİ: Tayfun TİMOÇİN Bilinmeyene yapılan ilk uzun yolculuğun hangisi olduğunu tam olarak bilemiyoruz ama kaydı tutulan ilk uzun deniz yolculuğunu biliyoruz. İşte bugün, birlikte bu yolculuğa yolculuk edeceğiz. Bir başka deyişle, bugün Hannon(ya da Hanno) ile tanışacağız. Hanno, adının çağrıştırdığı gibi, bir türkücü değil, Kartaca’dan anlı-şanlı bir amiraldir. Kayıtlarda Kral olarak da geçiyor, sonuçta Kartaca için önemli biri. Başlamadan önce, isterseniz gelin, Kartaca ve Kartacalılar hakkındaki bilgilerimizi tazeleyelim.

SAHNELER SADECE ALKIŞTAN YIKILSIN

Resim
TİYATRO, AYNADIR. AYNAYI KIRMAK KÖTÜDÜR! SANATTAN UZAKLAŞTIRMAK, İNSANLIKTAN UZAKLAŞTIRMAKTIR. SANATTAN UZAK OLMAK, İNSANLIKTAN UZAK OLMAKTIR.

EYLÜL ŞIKIRTISI

Resim
Yaz aylarını daha çok severim. Denize girildiğinden değil sadece, pek çok yararlı tarafı vardır sıcak mevsimin. Daha masrafsızdır. Kışın giyinmek gerek. Palto ister, kazak ister, bot ister, kaşkol ister. Ama yazın bir gömlek, bir pantolon ya da şortla biter iş. Kışın odun, kömür, doğalgaz vs. peşinde koşar, soğuklar kesilene kadar yakacak parası ödenir. Yazın üşümek de yoktur, yakacak parası da. Kışın doymak bilmez insan. Soğuk acıktırır. Yazın sıcağında fazla gırtlak derdi de yoktur oysa. Ben sevmesem de, karpuz-peynir gibi bir lüksü vardır yaz aylarının. Yaz mevsimi, gırtlağı da geçiştirme mevsimidir, giyimde olduğu gibi. Bir de sağlık boyutu vardır işin. Kışın daha çok hastalık düşer peşimize. Bu daha çok ilaç, daha fazla doktor seferi demektir. Yazın, bakteriler daha çabuk ürese de, eğer temizliğe biraz özen gösteriliyorsa, bu durum hiç etki yapmaz. Yazın esen lodos en fazla bunaltır insanı, ama kışın lodos, sobaların zehirli gazlarını içeri üfler, boğar garipleri. Tüm bu

Koylara randevu alarak girmek mi? Burada mı?..

Resim
( Yelken Dünyası , Kasım 2007'de yer alan yazı) Ya bir gün gerçek olursa? RANDEVU… Gelecekte koylarımıza randevu sistemi ile gidebilir miyiz? Öyle bir sistem olursa acaba bizde nasıl işler? E, kuş yuvada gördüğünü işler! Yaz sezonunda hiç kaçırmadan izlediğim programlardan biridir Denizde Hayat. Değerli yazar Gani Müjde’nin, teknesi Hayacht’ta ağırladığı misafirleri ile yaptığı söyleşiler de, en az NTV’nin değerli kameramanlarının muhteşem çekimleri kadar doyumsuzdur. Önce, bize sundukları güzellikler için teşekkür edelim emeği geçenlere… O programın bir bölümünde, çooook ileride, kimi koylara randevu usulüyle gidebileceğimize dair bir şey duydum. Bir olasılıktan söz ediliyordu. Suyu çok sevdiğimizden olsa gerek, her şeyin suyunu çıkartan bir toplum olarak böylesi bir randevu sisteminin nasıl çalışabileceğine dair hayal kurdum. Sanıyorum başımıza gelecek var. Geleceği varsa göreceğimiz de kesin vardır… (Kimi isimleri uydurdum. Uydurmak hoşuma gidiyor da…) - İyi günler. Hötrök Koyu

Dışarı girin, içeri çıkın!

( Yelken Dünyası 'nın Ekim 2007 sayısında yer alan yazı) Hafta sonunda hava güzelse siz en iyisi DIŞARI GİRİN Güzel havalarda mega alışveriş merkezlerine giden aileleri anlamak kolay değil. Belki biraz çalışmak gerek!.. İşte yine hafta sonu geldi. Hava da pek güzel. Ne yapsalar acaba? Aaaa!.. Ne güzel fikir. Zottirik Plaza’ya gitseler ya… Harika! Bu kadar güzel bir havada ailecek arabaya atlayıp, klimalı havayı soluyarak Zottirik Plaza’ya gitmek, doğrusu muhteşem bir fikir. Çocuklar için de çok iyi olur. Oyuncak satan iki bin metrekarelik mağazadaki jetonlu eğlengeçlere(onlara ne denir bilmediğimden böyle bir isim uydurdum) binerler. Eh, oraya girmişken bir şeyler de isterler haliyle. Kıza, turşu kuran Marbi bebeği, oğlana da, iyilik etmek için maske takmanın gerekli olduğunu, aksi halde normal ve ebleh bir insan gibi yaşamanın yani sürüye karışmanın erdemini anlatan böcek adam mıdır, örümcek midir nedir, onun oyuncağından alınır bir tane daha. Hoş, evde onları koyacak yer de kalma
Resim
Ataköy Marina Yacht Club yayınları arasından çıkan DENİZE KARŞI Tayfun TİMOÇİN'in çevirisi ile dilimize kazandırıldı. Editör: Sezar ATMACA