SİS VE MARTI
Öyle yoğundu ki sis, birkaç kulaç öteden dizel motorlu olduğu belli olan bir geminin geçişi, yalnızca karaltı ve silik fener ışıklarından ibaret bir hayalet geminin geçişini andırıyordu. Fikret’in dediği gibi, “beyaz bir karanlık” egemendi günün ortasına. Ama öyle bir karanlık ki, yalnızca huzur vardı içinde. Ve bir de yalnızlık. İnsanın iliklerine işleyen, kanın her zerresinde hissedilebilecek, fakat korkutmayan, ürpertmeyen bir yalnızlık. Demek huzur da verebiliyormuş yalnız kalmak insana! Kumsalda yürüdüm uzun uzun. Soğuktu hava soğuk olmasına ama hayatın keşmekeşinden çalınmış birkaç dakika için dert etmeye değer mi? Çakıllarla denizin birbirine parmak uçlarından dokunduğu şeritte, suyun bir karış altında sessiz sakin dinlenen taşları seyrettim biraz. Onlarda bile garip bir huzur vardı. Oldum olası severim suyun altındaki taşları seyretmeyi. Aralarında dolaşan minik balıklar, bazen hızla bir taşın altından diğerinin altına geçiveren küçük bir yengeç keyif verir bana....