FOLKLOR HALKIN AYNASIDIR, KARARSA DA PARLATILIR
Eskiden (ama çok değil az eskiden) bütün devlet törenlerinde, televizyonda halk oyunları ekipleri görürdük. Onlara yanlış olarak "folklorcu" derdik ama olsun, onları görürdük. Neden çok uzun zamandır görmüyoruz? Kadın-erkek el ele, kol kola neşeyle dans ediyorlar diye olabilir mi?
(Okura not: Bu metin, Nisan 2021'de, henüz covidin etkisinin az da olsa hissedildiği bir dönemde, Hürriyet'teki sayfamda yayımlanan yazının bazı ufak değişikliklerle gözden geçirilmiş halidir.)
Eskiden TV’lerde arada sırada da olsa halk
oyunları ekiplerini görürdük. Epeydir göremiyoruz ya da ben denk gelmedim. O
ekipler ekranda belirince birbirimize, “Folklorcular çıktı” derdik. Yanlış
söylerdik. Onlar folklorcu değildi, dansçıydı! Nereye gitti onlar?
Siz hiç oynadınız mı halk oyunları? Ben
oynadım. Gaziantep, Silifke, Elazığ, Adana oynadığımı hatırlıyorum. Çocukluğum
Adana gibi muhteşem bir yerde geçti; doğal olarak oynadıklarımız da komşu yörelerin
oyunlarıydı. Davul-zurnacılarımızı hatırlıyorum ama isimlerini hatırlamıyorum
ne yazık ki. Bahsettiğim 1982-85 arası, hatırlaması kolay değil. Fakat
epey yanık tenlilerdi, onu hatırlıyorum. Çok hoşsohbet insanlardı, gösteri için gittiğimiz
her yerde bize büyük yardımları olurdu. Zurnacımızın yanaklarını unutmam mümkün
değil, nasıl şişerdi, öyle bir yanak formu nasıl mümkündü, çok şaşırırdım. Bir
yandan oynar, bir yandan da onu izlerdim. Yanaklarını, tıpkı tulum ya da gayda
gibi havayla doldurduktan sonra zurnayı çalmaya devam ederken bir taraftan da burnundan
yeni nefes aldığına hayranlıkla tanık olurdum. Güzel zamanlardı.
HAYDİ ANTROPOLOJİ OYNAYALIM!
Biz de kendimiz için aynı hatayı yapar, “folklor
oynadığımızı” söylerdik. Ama sonraları bu sözcüğü tartıştığımızı da
hatırlıyorum. Oysa folklor oynanabilen bir şey değildir. “Folklor oynamak”
demekle “antropoloji oynamak” veya “tarih oynamak”
demek arasında hiçbir fark yok aslında. Anlatayım.
Bu sayfayı bilimsel bir makale kıvamına getirmemek, pek çok cümlenin nereden alıntı olduğunu dipnotlarla, parantezlerle belirtip ortalığı kalabalıklaştırmamak için en baştan söyleyeyim ki çalışmalarından yararlandığım dev isimler var. Bu işlere ömür vermiş Metin And, Tahir Alangu, Cemil Demirsipahi, konuya ilişkin en önemli rehberlerimdir. Elbette daha onlarca yazar ve eser var ama buraya sığdırmak olası değil. Saydığım isimleri tanımayanlar, internette küçük bir gezinti ile onların büyüklüklerine tanık olacaklardır, anlatıp yerimizi doldurmayalım.
FOLK,
HALK
Çok büyük olasılıkla yine Ortadoğu’nun
karanlık dönemlerinden kalma bir kökten türemiş ve Hint-Avrupa dil ailesinin
üyesi olmuş bir sözcük olan “folk”, sadece “halk” demektir ve
sadece folk ile halk arasındaki ses benzerliği bile, “ortak kökü” fazlasıyla
düşündürmektedir. Akkadcanın ardından Ortadoğu’nun resmî dili olan Aramî
dilinde de “helka” diye yazabileceğim, “h” sesinin gırtlaktan
çıkması gerektiğini sadece söyleyebileceğim bir sözcük de var aynı anlama
gelen.
Yine Batı dillerinde “öğrenmek,
öğrenilen şey, bilgi” anlamındaki “lore”, folk sözcüğüne 19. yüzyılda
İngiliz W.J Thomas tarafından eklenmiş ve olmuş folklore. Halk
bilgisi demek. (Lore ilavesi, İngilizcedeki Learn, Almanca Lehren
gibi aktüel sözcüklerle kimilerimize tanıdık gelecektir.) Türkiye’de ise ilk
kez Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869-1949) kullanmış bu terimi. İngiltere’de folk,
ilk kullanıldığında “şehirlerin dışında yaşayan, ekip biçen, pek görgülü
olmayan kitle” kastedilirdi. (Bizde artık pek kullanılmayan avam
sözcüğüne karşılık geldiğini söyleyebiliriz.) People ise bütün
millete karşılık geliyordu. Bunun nedeni, taşrada yaşayan insanların,
gelenekleri çok daha fazla koruyor olmasıydı. Şehirlerde kaybolan gelenekler,
kırsalda canlılığını koruyordu ve folklorun konusu, geleneksel olan her şeydi.
SOSYAL ANTROPOLOJİNİN TA KENDİSİ
Almancada “volk” sözcüğü folk
okunur, bu isimle başlayan araba markası, halk için yapılmış vagonları tarif
eder. Bizde Modern Folk Üçlüsü vardı, halk ezgilerini modernize edip
söylerlerdi. “Leblebi koydum tasa kız annem”e bayılırım.
Özetle folklor, halk bilgisi
demektir. Halkla ilgili her şeyi araştıran bir bilim dalıdır. (Aslında “sosyal
antropoloji”nin ta kendisidir ve folklor da isimlerinden biridir. Yani,
insanı araştıran bilimin alt disiplinlerindendir.) İçinde pek çok unsur
barındırır: Masal, bilmeceler, atasözleri, türküler, çocuk oyunları,
tekerlemeler, giyim, mutfak, yerel ağızlar, tiyatro, öykü, kilim, halı, makyaj,
destan ve elbette dans. “Folklorik unsurlar” dediğimiz şeyler, bir
halkın geleneklerini, kültürünü, geçmişini, atalarını yansıtan şeylerdir. Bu
nedenle folklor oynanmaz!
DANS
EDİLİR, OYUN OYNANIR
Peki oynadığımız şeye ne denir? Halk
Oyunları veya Halk Dansları diyebiliriz. Oyun mu dans mı tartışması devam edip
gitmektedir uzun zamandır, bizim de tartışmanın sonuçlanmasını bekleyecek
halimiz yok. Zaten çok da büyük bir sorun teşkil etmiyor aradaki fark. Zira
“oyun” kavramını, bu sayfanın birkaç yüz katına ancak sığabilecek bir yazıyla
açıklamak mümkün olabilir, “dans”ın da ondan pek aşağı kalır tarafı yoktur.
Fakat kesin olan şu ki, bizim sevgili Silifke, Gaziantep, Adana, Diyarbakır,
Elazığ, Artvin, Erzincan, Aydın, Trabzon ve daha nice güzel yörelerimizin
oyunları/dansları, kesinlikle “halk” kökenlidir. Yani bunlar halkın kendi
kendine, zaman içinde önce uydurduğu, sonra düzenleyip kalıp haline getirdiği
danslardır. Kıyafetleri de müziği gibi yöreseldir. Metin And, bu danslara “köylü
dansları” der ki doğrudur. Köylerde doğmuşlardır. Halk bunlarla müthiş
eğlenir. Köy meydanlarının, düğünlerin, kutlamaların vazgeçilmezleridir.
Şehirliler, bu oyunları sadece şehirden çıkıp ziyaret ettikleri “taşra”da
görürlerdi, sonra şehre davet ederek görme şansına kavuştular, sonra da “haydi
bize de öğret” dediler. Zaten şehirli insanların önemli kısmı köylerden
gittikleri için, bu dansları özlüyorlardı. Özlem, şehirlerde organize ve
düzenli şekilde giderildi. Kıyafetler düzeltildi ve tek tip hale getirildi,
koreografiler eklendi, düzeltildi vs.
ÇÜNKÜ HALK GÜZEL
Ama halk dansları, köken itibariyle
kesinlikle halkı yansıtıyordu. Mesela bizim çoğu oyunumuzda kadın-erkek el
eledir, kol koladır, omuz omuzadır.
Çünkü halk öyledir. Halk, “kadınlar şu tarafa, erkekler bu tarafa”
demez, birliktedir. Bu güzel anlayış Anadolu’da bir tasavvuf
düşüncesiyle serpilmiş, dünyaya örnek olmuştur. Hem uygar, hem inançlı, hem
edep sahibi, hem de kaynaşmış ve kötücül olmayan bir halktır Anadolu
halkı. Bu özellikleri ile Türkiye, bütün İslâm âlemi içinde parmakla
gösterilebilen tek ülkedir. Anadolu’nun bu güzel hali, Cumhuriyet ile devam
etmiş, Atatürk halkın bu tavrını sürdürebilecek bütün kültürel çalışmaların
gelişmesini sağlamıştır.
KADIN-ERKEK EL ELE
Kadın-erkek el ele dans eden Anadolu
halkının üzerinde yobazlık durmaz. Aklı kayan, şeytana uyan falan zaman zaman
her yerde olduğu gibi burada da olur ama halk, gelenek ve göreneklerinin gereği
neyse onu yapar. Yobaz istediği kadar “Kadın evden çıkmasın, otursun evde
çocuk baksın!” diye bağırsın, o kadın tarlasına gitmek zo-run-da-dır.
Çocuğunu tarlada doğurup ağacın dibinde emzirir, ürünü toplar, toprağı çapalar,
akşam da meydana çıkıp köyün düğününde erkeğiyle, komşusuyla kol kola girip
yöresinin oyununda dans eder! Binlerce ama sahiden de binlerce yıldır böyledir
bu. Hatta, bütün bu yaşam alışkanlıkları, bugün yanlış olarak folklor dediğimiz
o danslara yansır. Kadın-erkek birlikte tarlada çalışılmaktadır, biri öbürüne
yardım eder, biri diğerine su verir, alınlardaki terler silkilir, küpler
toprağa dikilir, ellerde mumlarla meydan şenlenir… He-heeyyy, daha neler, ne
güzellikler vardır halkımın dağarında neler! Yahu “Teke Zortlatması” diye oyunu
başka hangi memlekette duyabilir, izleyebilirsiniz? (Isparta yöresinin bu
arada.)
BU GÜZELLİKLER BİZİM
“Silifke’nin yoğurdu / ah seni
kimler doğurdu / seni doğuran ana / bal ilen mi yoğurdu” kadın-erkek
ilişkilerine mizahi, romantik, keyifli bir bakış açısına sahipken, yöre halkı
başka türlü yaşayabilir mi?
Ya da, “Bahçası var, bağı var /
Ayvası var, narı var/ Atamızdan yadigar / Bizde atabarı var. / Uzun uzun
kamışlar, ucunu budamışlar, benim ela gözlümü, gurbete yollamışlar”
türküsünde sadece tek bir cinsiyetten söz edilmiyordur bence!
Anadolu, binlerce yıldır kadın-erkek el ele yaşayıp durur. Halk oyunlarımız ne de güzel yansıtır bu güzelliği. Ama ne zamandır görmüyorum ben halk oyunları. Özledim. Üstelik bendeki nasıl bir özlemekse, insan davul-zurna sesi duyunca boğazı düğümlenir mi yahu? Kadın-erkeğin el ele, omuz omuza neşeyle oynamasından rahatsız olunan dönem bitsin de şu hasret de sona ersin. Güzelliğin her türlüsüne hasret kaldık ya zaten.
Yorumlar