DİVÂNÜ LUGÂTİ’T TÜRK’TE DENİZCİLİK TERİMLERİ TARAMASI
DİVÂNÜ LUGÂTİ’T
TÜRK’TE
DENİZCİLİK
TERİMLERİ TARAMASI
Tayfun TİMOÇİN
Yazar
- Çevirmen
Anadolu
öncesi Türklerin denizcilikle olan ilgileri zaman zaman tartışma konusu
olmaktadır ve konuya ilişkin yeterli veriye sahip olmadığımız söylenir. Ancak, milletlerin,
ilgilendikleri konularla ilgili terim türetmelerinin kaçınılmaz oluşundan
hareketle, Anadolu öncesi Türk dilinin taranması, bize yeterli veriyi sağlayabilir.
Bu konuda elimizde çok yeterli ve değeri tartışılmaz bir eser bulunmaktadır:
Divânü Lugâti’t-Türk. Kâşgarlı Mahmûd’un bu dev eseri, 11. yüzyıl öncesi
Türklerin hangi konularla ilgilendikleri, hayatlarında neye öncelik ve değer
verdiklerinin açık kanıt ve izlerini taşır. Bu bağlamda, Türk denizcilik
tarihinin Anadolu öncesi bölümü de, yine Türk dilindeki izler takip edilerek
aydınlığa kavuşturulabilir.
© Tayfun TİMOÇİN - 2016
Anahtar sözcükler: Türk denizcilik
tarihi, denizcilik, Türk Dili, Divânü Lugâti’t-Türk
Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce,
denizcilikle ilgilendiklerine ve ilgilenmediklerine dair iki karşıt görüş
vardır. Her ne kadar bu görüşlerden biri (Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce
denizcilikle ilgilendikleri tezi), diğeri kadar kanıta sahip değilse de, konu
üzerinde önyargılı davranmadan, serinkanlılıkla çalışmak gerekir. Peşin
hükümlerle hiçbir fikir desteklenemez.
Dil, bir milletin ortak hafızasıdır. Bir
milletin nelerle uğraştığını anlamak, ancak dilini incelemekle mümkün olur. Bir
dile ait iyi bir sözlüğü (lügati) alıp incelediğimizde, o dilin ait olduğu
milletin uğraşları, dertleri, bilgisi hakkında bilgi ve fikir sahibi oluruz.
Çünkü dil, istikrarlı bir şekilde ilgilendiği her konuda terim/sözcük üretir.
İstikrarlılık, kısa dönemlerle ilgilenilmiş, gelip geçici uğraşların dışarıda
bırakılması gereğini ortaya koyar. Zira kısa süre (tarihsel açıdan kısalık
görelidir) ilgilenilmiş konularda dil sözcük üretmez, üretse de kalıcı olmaz,
bunun yerine başka bir dilden veya dillerden ödünç sözcük almayı tercih eder.
Bazen de tercüme yoluyla sözcük ve terimler alınmaya çalışılır ancak terim
tercümesi, hayli zor ve çoğunlukla anlamın kaybolmasına sebep olan bir
eylemdir. İstikrar eğer süreklilik arz etmez, konuyla ilgili uğraş belirli bir süre
sonra biterse, toplum hafızası bir zamanlar üretilmiş terimleri unutur.
Terimler sözlüklerde kalır belki ama aktif hafızada kalmaz, toplumsal yaşamda
kullanılmaz. Buna bir örnek olarak, bu incelemede ele aldığımız Divânü Lugâti’t-Türk’te
de göreceğimiz gibi Türk dilinde atlar ve atçılıkla ilgili çok sayıda terim
vardır. Yüzlerce yıl atlarla birlikte çok zaman geçirilmiş, atçılıkla çok
yakından ilgilenilmiş ve dolayısıyla ata ve atçılığa dair en küçük ayrıntılar
bile terimleşerek Türk diline yerleşmiştir. Konuya ilişkin birkaç örnek, makale
içinde verilecektir. Ancak bugün söz konusu terimlerin pek azı dilimizde
varlığını korumaktadır. Bunun nedeni, hiç kuşkusuz ki artık hayatımızda atın
sadece spor veya turistik amaçlı kalmış olmasıdır. Bir zamanlar hayatın olmazsa
olmazı niteliğindeki at, varlığını bugün çok sınırlı bir yaşam alanında
korumaktadır. Dolayısıyla atçılık terimleri de dilimizden uzaklaşmıştır.
Bu çok tipiktir. Bir milletin uğraşı,
diline yansır. İşte bu bakış açısı ve açık kanıtlarla Türk milletinin denizle
olan ilgisinin izini süreceğiz. Bunun için bakacağımız kaynak, yukarıda da
belirttiğimiz gibi, Kâşgarlı Mahmûd’un ünlü eseri Divânü Lugâti’t-Türk olacak.
(Makalenin kalan kısmında yazım kolaylığı açısından Divânü Lugâti’t Türk,
sadece “Lugât” olarak anılacaktır.)
Neden Divânü
Lugâti’t-Türk seçildi?
Çünkü Lugât’in yazılma dönemi, Türklerin
tam olarak Anadolu’ya girdikleri döneme, XI. yüzyıla aittir. Başka bir deyişle,
Orta Asya’dan getirdikleri ve elbette Anadolu’ya taşıdıkları ne kadar
sözcük/terim varsa, Lugât’te bulunabilir. Bizim de tam olarak aradığımız budur.
Eğer Türklerin denizcilikle uğraşmışlıkları varsa, hiç kuşku yok ki bunun
izleri dilde, dolayısıyla da o dönemin Türk dilini bize tam olarak yansıtan
Lugât’te bulmak mümkündür.
KÂŞGARLI MAHMÛD
HAKKINDA
Burada Kâşgarlı Mahmûd hakkında çok kısa
bir bilgi vermek gerekir. Türk dil bilgini, ansiklopedist ve yazar olan Kâşgarlı
Mahmûd, kabul edilen haliyle 1008 yılında, büyük olasılıkla bugün Kırgızistan
sınırları içinde bulunan, Issık Gölü’nün güneyindeki Barsgan kasabasında
dünyaya gelmiştir. Kâşgarlı değildir ve hiçbir zaman kendisini böyle
tanımlamamıştır ama Kâşgar’ı sıkça övdüğü için zaman içinde kendisine bu ad
verilmiştir. Dönemin bütün Türk dünyasını dolaşarak Türk dili ve folkloru
hakkında bilgi edindiği, incelemelerde bulunduğu bilinmektedir. Mezarı, aynı
bölgedeki Opal’dadır. Ancak ölüm tarihi için farklı iddialar vardır. Bunlara
göre 1084-85, 1105 ve hatta 1126 yıllarında ölmüştür. Lugât’in 1072 senesinde
yazılmaya başlandığı bilinmektedir. Bu bağlamda, K.Mahmûd’un, ömrünün çok uzun
bir kısmını, eğitim görerek, Türk dünyasını dolaşıp bilgi toplayarak, tüm Türk
lehçelerini derleyerek geçirdiği ve Lugât’a, çocukluğu bir yana bırakırsak, 60
yıldan fazla sürede kazanılmış bilgi birikimini yansıttığını söylemek hiç de
yanlış olmaz. Daha fazla bilgi, Türk Dil Kurumu’nun web sitesinde (www.tdk.org.tr) ve
ansiklopedilerde bulunabilir.
ÇALIŞMANIN
AMACI:
Bu çalışmanın amacı, Türklerin Anadolu’ya geldikleri sırada konuştukları dilde,
denizcilikle ilgili terimlerin izini sürmek, bu yolla Anadolu öncesi Türk
yaşantısında denizciliğin izlerini aramaktır.
ÇALIŞMA
YÖNTEMİ:
Kâşgarlı Mahmûd’un yukarıda zikredilen büyük eseri Divânü Lugâti’t-Türk’ün her
maddesi taranmış, denize, denizciliğe, gemiciliğe dair en küçük bir ipucu bile
not alınmıştır.
KULLANILAN
ESER:
Çalışmaya esas kitap, Divânü Lugâti’t-Türk’ün Kabalcı Yayınevi tarafından 2005
yılında birinci basımı yayımlanan ve Seçkin Erdi ile Serap Tuğba Yurtsever’in
çeviri, uyarlama, düzenleme imzasını taşıyan nüshasıdır.
ÇALIŞMANIN
SAHİBİ:
Çalışmanın sahibi, tarihçi, dilbilimci vs. değil, yalnızca uğraşının dünü ve
bugününü merak eden bir amatör denizci/yazardır. Yelken Dünyası dergisinin
editörlüğünü 2008 yılından bu yana yürüten yazarın, denizcilikle ilgili 5
çeviri kitabı ve 2014 sonunda yayımladığı kendi kitabı (Yelkenli Yatta Kendine
Yetebilmek) bulunmaktadır. Bunların dışında çok sayıda kitap editörlükleri,
makale çevirileri ve yayımlanmış yüzlerce özgün makalesi, yanısıra tiyatro
eserleri vardır. Yazar konuyu, kitlesel olabilme potansiyeline sahip kişisel
merakını gidermek amacıyla incelemiş ve aynı meraka sahip olabileceklere yardım
edebilmek için kaleme almıştır.
TARAMA SONUÇLARI
Lugât’te
bulunan deniz ve denizcilikle, hatta su ile ilgili veya dolaylı ilişkili
terim/sözcükler:
arıq Irmak, ark; nehir.
aqındı aqındı sūw: Akan su
balıq Balık.
Diğer anlamları: a. Çamur (Argu lehçesi).
b. Kale,
kent. İslâmiyet öncesi dinsiz (pagan) kabilelerin
lehçelerinde ve
Uygur lehçesinde kullanılır.
YAZARIN NOTU: Pekin’in eski isimlerinden biri Hanbalık’tır.
Han kenti.
batıg Bir su yatağının,
nehrin derin yeri
çapdı er suwda çapdı: Adam suda yüzdü
erkeç dalga
suw erkeçlendi: Su dalgalandı.
ızdang. Balık avlamaya yarayan
bir çeşit ağ. İnce çubuklar dereyi dik kesecek bir sıra
oluşturacak
şekilde suyun içine dizilir ve ortalarında bir boşluk bırakılır; bu açık ağzın
olduğu yere ağ atılır. Balık içine girdiği an ağ hızla çekilir.
kemi Gemi, sandal. (Oguzlar dışındaki Türklerin
lehçelerinde). Şu dörtlükte de
kullanılır,
kemi içre oldurup Gemi
içerisine oturup
Ila suwın keçtimiz Ila
nehrini geçtik
Uygur tapa başlanıp Uygur
üzerine yöneldik
munglaq elin açtımız Munglaqı
(bir yer adı) fethettik
YAZARIN NOTU:
İli Nehri: Orta
Asya’da, bir kısmı bugünkü Kazakistan, bir kısmı da Uygur Özerk Bölgesi
sınırları içinde kalan bir nehirdir. Uzunluğu 1.439 kilometredir ve bunun 815
kilometresi Kazakistan içindedir. Balkaş Gölü’ne dökülür. Günümüzde 100 metre
ortalama genişliğe sahiptir, 180 metreden geniş yeri yoktur.
Tengriciliğin
yanısıra Mani dininin (Maniheizm) ve Budizmin de yayıldığı Uygurlar’ın içinde
Budizm sembolleri sıkça görülüyordu. Sekizinci yüzyılda Müslüman Türkler ile
ticaret yapan, ilk şehirleşen Türk devleti olan kısmen Budist Uygur Türkleri
arasında mücadeleler olmaktaydı. Şiirde adı geçen saldırının 8. yüzyıl içinde
olmuş olma olasılığı çok yüksektir, zira 9. yüzyılın ikinci yarısında çöküşleri
başlamış ve göçlerle giderek dağılmışlardır.
Kâşgarlı Mahmûd’un
alıntı yaptığı şiirin tamamı şöyledir:
Kimi içre oldurup (Gemi içre oturup)
Ila suvın keçtimiz (Ila suyunu geçtik)
Uygur tapa başlanıp (Uygurlara yönelip)
Mınglak ilin aştımız (Mınglak elini aştık)
Tünle bile bastımız (Geceleyin bastık biz)
Tegme yangak bustımız (Değme yana pustuk biz)
Kesmelerin kestimiz (Kesmeleri kestik biz)
Mınglak erin bıçtımız (Mınglak erin biçtik biz)
Kelnizleyü aktımız (Sellercesine aktık)
Kendler üze çıktımız (Kentler üstüne çıktık)
Furhan evin yıktımız (Tapınakları yıktık)
Burhan üze sıçtımız (Buda üstüne sıçtık)
Burada ayrıca
belirtilmesi gereken nokta, geminin seyrettiği yerin nehir olduğudur. Nehirden
askerleri geçirmek için tarih içinde çok sayıda araç kullanılmıştır. Yapılan
araştırmalar ve ortaya çıkan buluntulardan bildiğimiz kadarı ile nehir
gemileri, küçük ve sığ teknelerdir. Bugünkü “gemi” algısı, buradaki sözcüğün
vasıfları konusunda bizleri yanıltmamalıdır.
kürgēk Sandal küreği;
toprağı kazmaya veya kar küremeye yarayan her tür kürek.
kȫl. Gölcük.
Deniz.
Buradan alınarak “deniz köpüğü”ne köl
köpüki denir, tengiz köpüki
denmez.
qalngu suyun
üzerine yüzmek
suwda qalnguladı: Suyun üzerinde yüzdü.
qasırqu Kasırga
qāş Herhangi bir şeyin
kıyısı ya da kenarı
yār qāşı: Uçurumun (başka bir şeyin de olabilir) kıyısı.
qıḏıg Denizin,
nehrin, arkın kıyısı ya da kenarı; ya da herhangi bir şeyin kenarı
qōm Dalga. Şu
dizelerde de kullanılır,
kölüm qōmı qopsa qalı tāmıg itēr
körse
anı bilge kişi sȫzke bütēr
Gölüm coştuğunda
dalgalar kalemin duvarlarına çarpar sanki onu itmek (yok etmek) istemiş gibi
Eğer bir bilge
bunu görürse sözlerime inanır
qomdı sūw qomdı: Su dalgalıydı
qomışdı (…)
Bunun
kök-anlamı sūw qomīşdı: dalgalar her yandan yükseldi ifadesindeki
kullanımıdır.
qulaç İki yana iyice
açıldıklarında iki kol arasındaki uzaklık. Bunun kökü qol āç: kollarını yana doğru aç ifadesidir.
qum Kum. (Çigil
lehçesi). Oguzlar bu sözcüğü bilmezler.
YAZARIN NOTU: “Oğuzlar kum sözcüğünü bilmezler” ifadesi
çok ilginç. İki olasılık var: Oğuzlar ya hiç kum görmedi ve dolayısıyla bir
isim de vermediler, ya da kumu biliyorlardı ancak ismi farklıydı. Fakat Lugât’te
bu anlama gelen başka bir sözcük bulamadım. Buradan kumun bol bulunduğu deniz
ve göl kıyısı ile en azından Oğuzların bir temasının bulunmadığı sonucuna
ulaşmak, fazla kolaycılık olmasa gerek. Zira sözcüğün alındığı Çigil lehçesinin
sahipleri, yani Çiğiller, Issık Gölü civarında yaşamışlardır ve sonrasında da
Karahanlılar Devleti içinde Maveraünnehir’de bolca ırmak hayatı sürme şansı
yakalamışlardır. Prof.Dr.Salim Koca, Genel Türk Tarihi Cilt 1’de bulunan
Türklerin Soy Kütüğü adlı makalesinde
Çigilleri, Karahanlı Toplulukları arasında zikreder.
qumlāq Qıfçāq ülkesinde
yetişen, sarmaşığa benzeyen bir bitki. Qıfçāqlar bunu balla karıştırarak bir
içki hazırlarlar. Eğer bu ot bir gemiye alınacak olursa, denizde şiddetli
dalgalar oluşur ve yolcular boğulacak gibi olur. [şerbetçiotu -çn]
YAZARIN NOTU:
Qıfçaqlar,
yani Kıpçaklar, 11. yüzyılda Aral Denizi’nin kuzeyinden Karadeniz’in kuzeyine
kadar uzanan steplerde kabile konfederasyonu kuran Türk boyudur. Bu kabileler
içinde Avrupalılarla ilk ilişkiyi kuranlar da Kumanlardır. Bu da, Avrupa’da
bütün Kıpçaklara Kuman denmesine neden olmuştur. Kıpçaklar, Karadeniz kıyısında
yaşamış, burada denizi kullanmışlardır. Bu nedenle Kıpçak lehçesinde,
şerbetçiotu hakkında bir batıl itikat oluşması anlaşılabilir. Anavatanı Kuzey
Amerika ve Avrasya olan şerbetçiotu, 1200 yıldan uzun süredir bira yapımında
kullanılmaktadır. Ancak bu batıl inanışın kökenine dair net bir bilgi
edinilememiştir.
sāl Sal.
Tār sözcüğüyle aynı anlama gelir.
tār Sal.
Tulumlar şişirilir ve açık ağızları bağlanarak yan yana dizilirler; böylece
suyun üzerinde çatıya benzeyen düz bir seki yapılmış olur ve insanlar bunun
üzerine oturarak nehrin karşı kıyısına geçerler. Böylesi bir taşıt kamışlardan
ya da ağaç dallarından da yapılabilir. (Yabāqu
ve Tatār lehçelerinde.)
tekne Yalak, yemlik;
tekne.
tengiz. Deniz
tering. Derin
tetrüldi yēl tetrüldi. Rüzgâr yön değiştirdi [güney rüzgârı
kuzeye, kuzey rüzgârı güneye doğru esmeye başladı].
uçān İki yelkenli tekne
(Qıfçāq lehçesi).
YAZARIN NOTU: Burada düpedüz bir denizcilik terimi söz
konusu. Tıpkı “qumlaq” maddesinde olduğu gibi yine Kıpçakların dilinden
alınmış. Yukarıda da söz ettiğimiz gibi Kıpçaklar, Karadeniz kıyısında
yaşamışlardır. Taramadaki en “denizci” sözcük olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Yēl Esinti
YAZARIN NOTU: Yelin esinti ve rüzgâr olduğunu, “yelken”
sözcüğünün de Lugât’te olmasa bile bundan türediğini biliyoruz. Ancak “yel”in
ikinci bir anlamı da “cin”. “er yelpindi:
Adamı cin çarptı”. Buradan, eskilerin “yel çarptı” demelerinin, aslında
rüzgârın vücutta geçici bir tutulmaya neden olduğunu anlatmadığını söylemek
mümkün.
DEĞERLENDİRME
Lugât’te
9.000 civarında madde bulunmaktadır. Taramada ise 28 deniz/denizcilik/su
ilintili sözcük ortaya çıkmıştır. Açıklaması doğrudan nehirle/yağmurla vb.
seyir dışı konularla ilgili olan birkaç sözcük dışarıda tutulmuştur. (Örneğin:
qatlış. Bir nehrin kollarının buluştuğu yer.)
Bu
sözcükler arasında doğrudan bugün anladığımız şekilde gemicilik/denizcilik ile
ilgili olanların sayısı 3’tür: kemi, tengiz, uçān. Qumlāq sözcüğünde ise
Kâşgarlı Mahmûd, bir batıl inanıştan söz ederken ismi denizciliğe dâhil eder.
Buradan hareketle
şunları söyleyebiliriz:
·
Türkler,
nehir ve göllerden yararlanmışlar, balık tutmuşlardır.
·
Nehir
ve göllerin üzerinde seyreden araçlar kullanmışlardır.
·
Bazen
nehirleri, hedeflerine giden yolda bir engel olarak görmüş, o engeli aşmak
amacıyla kayık/sal kullanmışlardır.
·
Türklerin
sadece Karadeniz kıyılarında yaşayan boyları (Kıpçaklar gibi…) denize dair
bilgi sahibidir. (Uçān ve qumlāq örneklerinde olduğu gibi.) Ancak bu bilginin,
denizle doğrudan ilişkiden mi, yoksa denizci yerel halkla olan ilişkiden mi
kaynaklandığı meçhuldür.
Burada
mutlaka vurgulanması gereken nokta şudur ki, “bazı Türk boylarının denizle
ilişkili olması” ile “Türklerin denizci olması” aynı şey değildir. Başka bir
örnekle açıklamak gerekirse, dünyanın hemen bütün ülkelerinde uçak
kullanılmaktadır. Ancak uçak üreten ülke sayısı çok azdır. Uçak üretecek bilgi
ve donanıma sahip olmakla, ona yolcu olarak binmek tamamen farklı şeylerdir.
Kuşku yok ki gemi, Lugât’in yazıldığı yılların ileri teknoloji ürünü
araçlarından biridir. Bu teknolojinin Türkler tarafından üretildiği,
tasarlandığı ya da kullanıldığına dair dilde bir kanıt yoktur.
Kimi
uzmanlar, “Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de denizi ve denizciliği
biliyorlardı” yargısıyla, yanlı davranmaktadırlar. Türklerin göç haritası, Orta
Asya’dan İran yaylasına, oradan da Anadolu’ya uzanmaktadır. Bu uzun ve
meşakkatli yol asırlar sürmüştür ve hiç kuşku yok ki deniz, yolcuların
karşısına çıkmıştır. Örneğin Büyük Selçuklular döneminde, “Dandanakan Savaşı’nın (1040) ardından Çağrı Bey’in oğlu Melik Kavurd
İran’ın Kirman bölgesine hâkim olduktan sonra, dikkatini zengin ve çeşitli
hazinelerle dolu olan Umman ülkesine çevirmiştir. Kavurd için Hürmüz
sahillerinden çok uzak olmayan Umman’ın zabtı sırasında karşısına çıkabilecek
tek engel, belki de yabancısı olduğu denizdi. (…) Hürmüz hâkimi bu emre uyarak
Kavurd’a tâbi oldu, gemiler ve mürettebatını hazırladı. Kavurd, belki de
hayatında ilk kez gördüğü denizde, Umman sahillerine doğru yelken açtı. Böylece
idaresi altındaki gemiler ile ‘Selçuklular tarihinde ilk deniz aşırı seferi’
gerçekleştirmiş oldu.” Erdoğan MERÇİL, Selçuklular Döneminde Türk denizcilik
Faaliyetleri, Türk Denizcilik Tarihi, Boyut, Cilt 1, s.21)
Çok
açıktır ki, ehil gemici ve mürettebatın sevk ve idaresindeki gemileri
kullanarak sefere çıkmak, Selçukluların denizci milletler arasında anılmasını
sağlamamıştır. Günümüzde her gün İstanbul’da binlerce kişi Şehir Hatları
vapurlarını kullanarak denizi geçmektedir ancak bu, kişilerin denizci olması
için yeterli değildir.
Başta
da belirtildiği gibi, milletler, uğraştıkları konularda terim üretirler.
Örneğin
“at”, Türklerin vazgeçilmezi olmuştur asırlarca. Bu nedenle de Lugât’te atla
ilgili terim, sayılamayacak kadar çoktur. Sadece birkaç örnek:
uluq. Yağır; atın iki
omzu arasındaki bölge.
yelin.
Kısrağın ya da herhangi toynaklı bir hayvanın (dişisinin) memesi
yayguq.
Atın meme ucu. (Bazıları yazguq der. (Qıfçaq lehçesi).
yelü.
Tayları bağlamak için kullanılan ip.
Dilin,
ilgilendiği konuyla ilgili terim üretmesine dair bazı başka örnekler:
edrim.
Eyerin üstüne yerleştirildiği ahşap iskeletin altındaki deri ve keçe
egdü.
Kılıç kını yapmak için deri kesmeye yarayan eğri uçlu bıçak.
sagnagu.
Kurutulmuş sukabağı.
Örnekler
çoğaltılabilir.
SONUÇ OLARAK, toplumlar,
ilgilendikleri konuları dillerine taşırlar. Türklerin Anadolu’ya geldikleri
sırada konuştukları Türkçe’nin en büyük sözlüğü ve kaynağı olan Divânü
Lugâti’t-Türk’te, denizcilik özelinde türetilmiş sözcük sayısı, bir elin
parmaklarını geçemiyor. Buradan da net olarak söyleyebiliriz ki, denizcilikle
uğraşmış olsa idik, dilimizde izi/sözü kalırdı, dilimizde çok daha fazla
terim/sözcük bulunurdu.
Evet,
Türkler deniz görmüşlerdi, göl ve nehirler ve hatta geç dönemde deniz üzerinde
araçlara binmişlerdi ama bizzat denizci değillerdi, denizcilik unsurlarını araç
olarak kullanmışlardı ama denizci olmamışlardı.
Bütün
bunlar, Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra denizcilikle tanıştıkları tezini
kuvvetlendiren unsurlar. Elimizde, bunun aksini kanıtlayacak yeterli filolojik
veri, aradığımız halde yok.
Türklerin
Anadolu’ya geldikten sonra ne zaman, hangi koşullarda, kimlerden öğrenerek denizciliğe başladıkları ise ayrı bir makale
konusudur ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu konu da yanlış yönlendirmelere
ve bilgi kirliliğine son derece açıktır.
KAYNAKÇA:
·
Divânü Lugâti’t-Türk, Kâşgarlı Mahmûd,
Kabalcı Yayınevi, 1. Baskı, Mayıs 2005
·
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, 11. Baskı,
Ankara 2011
·
Genel Türk Tarihi, Cilt I, Cilt II. Ankara
2002
·
Türk Denizcilik Tarihi, Cilt I, Boyut
Yay., Deniz Basımevi, 2009
·
The Lingua Franca In The Levant, H.&R.
Kahane, A. Tietze, ABC Kitabevi, 1988
·
Ana Britannica, Muhtelif ciltler
·
Türk Kültürü dergisi, Sayı 117, Temmuz
1972
·
Osmanlı Devrinde Nehir Nakliyatı Hakkında
Araştırmalar, Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakliyat, Cengiz Orhonlu – Turgut
Işıksal, İstanbul Ü. Edebiyat Fakültesi, Tarih Dergisi, Sayı 17-18, 1963
·
Ortadoğu, Bernard Lewis, Arkadaş yay., 10.
Baskı, 2014
·
Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi
Vesikalar, Osman Turan, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, 1988
Stepler İmparatorluğu, Rene Grousset, Türk
Tarih Kurumu, 2011
Yorumlar
Böylece uyduruk "şehir efsanelerinden "de kurtulmuş olduk.
Merak ettiğim neden "v" sesini "w" ve "k" sesini "q" ile verdiğin.