Kalam-ar
DENİZİN YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ!
Karayip Korsanları filmlerini
izlemişler ya da deniz mitolojisine meraklı olanlar “kraken” denen masalsı
canlıyı bilirler. Efsaneye göre dev bir mürekkepbalığı(kimi anlatımlarda
ahtapot), gemilere saldırır, onları batırır, mürettebatı da yermiş! Kolları o
kadar uzunmuş ki, direklerin cundasına kadar uzanabilirmiş. Efsane aslen
Norveç’e ait. Norveçli denizcilerin, ıssız denizlerde bolca dolaştığı gerçeğini
göz önünde bulundurduğumuzda ve ilki 1888 yılında olmak üzere gerçekten de dev
mürekkepbalıklarına rastlandığı hatırlandığında, efsanenin ciddi bir kaynağı
olduğu anlaşılıyor.
Korkunçluğunu bilmiyorum, hiç
yaşamadım ama lezzetinin farkındayım mürekkepbalığının. Fakat kendisine de
acımaktayım bir yandan. Balık olmadığı halde neden kendisini öyle
adlandırdığımıza anlam veremiyorum. Kafadanbacaklılar sınıfından güzel bir
canlı oysa. Böyle hataları zaman zaman yapıyoruz. Örneğin bir memeli olan, asla
balık olmayan yunusa yunus balığı, foka fok balığı diyoruz. Mürekkepbalığına
balık derken ahtapota neden balık dememişiz, orası da ayrı bir muamma.
Biz buldukça evimize alırız
mürekkepbalığı. Sadun Boro ustamızın Vira Demir’deki tarifine uyarak
hazırlarız, nefis olur. Tabii ayıklaması biraz mürekkepli bir iş! O yüzden bir
torbanın içine koyar, öyle ayıklarız bu güzel canlıları. Ülkemizde çeşitli
türleri kalamar, sübye vb. ayrı isimlendirilir. Bunların hepsi
mürekkepbalığıdır. İçlerinde bir tek türün 10 uzun kolu vardır, diğerleri ise 8
kollu ve iki dokunaca sahiptir, çoğunlukla bunları da kol diye sayarlar.
Mürekkepbalığının içinden,
uzunca, kemiğimsi bir yapı çıkar. Omurgası olmayan canlının, vücudundaki belki
de tek sert şey budur, o da oldukça esnektir. Bu parçayı hiç yakından gördünüz
mü? Biraz bozulmuş elimdekinin fotoğrafını görebilirsiniz. Eski tüy kalemlere
benzer. Hani, hokkadaki mürekkebe daldıra daldıra yazı yazılan tüy kalemlere!..
Ait olduğu hayvan irileştikçe, bu tüy kalem şeklindeki “kemik” de irileşir,
belirginleşir. Adı “mürekkep” olan bir canlıdan, mürekkebe daldırarak yazı
yazılan tüy kaleme benzeyen, hem de çok benzeyen bir parçanın çıkması, biz
masallara meraklı denizciler için nasıl bir anlam taşımalıdır ki? Müthiş bir
tesadüf mü, kaderin cilvesi mi, yoksa doğanın insana hediyesi mi?
En son mürekkepbalığı
ayıklayışımda, üşenmedim, hayvancağızın patlayan kesesinden çıkan “mürekkebe” o
kemiğimsi parçayı dokundurup, yakınımda duran gazetenin üzerine yazı yazdım.
Elim berbat durumda olduğu için fotoğrafını çekemedim. Keşke çekseymişim. İnanılması
güç bir şey. İri bir mürekkepbalığı al ve otur yazı yaz! Müthiş!
Kristof Kolomb’un, James Cook’un,
Macellan’ın günlüklerini, seyir defterlerini yazarken; Amiral Sir Francis
Beaufort’un rüzgâr çizelgesini hazırlarken, belki Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’yi
kaleme alırken, hep o tüy kalemleri kullandıklarını hayal ettikçe, heyecanım
çoğaldı.
Araştırdıkça ortaya çıkan –belki
de rastlantısal olarak- bağlantılar, heyecanımı katladı. Mürekkepbalığının
İngilizcesi “squid” idi. Bu sözcüğün kökenini, İngilizce etimolojik sözlükte
bulamadım. Fakat, bizim tüy kalem dediğimiz şeyin İngilizcesi de “quill” idi.
Bu kalemin oluşturulmasında kullanılan iri kuş tüyünün ortasında yer alan boru
şeklindeki içi boş ana omurganın adı da “quill”di ve bir başka adı da, -sıkı
durun- “calamus”tu. Calamus!
Türkçe’deki “kalem” sözcüğünün Arapçası “kalam”dı. Yunanca’da “kalamos”.
Mürekkepbalığının Yunancası da “kalamari”!
Acaba, mürekkepbalığına
“kalamari”, (bizdeki kalamar işte!) denmesinin altında, hayvancağızın içinden
çıkan bu tüy kaleme benzeyen kemiğin mi rolü vardı, yoksa mürekkepbalığının bir
zamanlar gerçekten de mürekkebin ana kaynağı olmasının mı? Bunu bilemiyorum.
Ama bağlantılar başımı döndürdüğünde, daha ileri gitmek istemedim. Durdum. Bir
kafadanbacaklı canlının, yazı ile bu kadar ilgili olmasının hayret vericiliği
karşısında saygıyla sustum. Kendimce, mürekkebalığını, doğanın “yazı işleri
müdürü” ilan ettim. Gazetecilik yapmaya başladığım ilk yıllarda, tereddüt
içinde kaldığım bir an bir büyüğüm bana, “mesleği iyice öğren. Kolunda altın
bilezik olsun, sonra ne istersen yaparsın” demişti. Altın bilezik! Ne kadar da kalamar dilimi?!
Siz de lütfen, bundan böyle
lokantada sofranıza gelen, taratora bandırarak yediğiniz kalamar halkalarını
afiyetle yerken, “yazı işleri müdürü”nden yapılmış altın bir bileziği mideye
indirdiğinizi unutmayın. En azından sofradaki dostlarla paylaşacak bir
şey çıkar.
Yorumlar