ŞU BİZİM ŞAHMARÂN

Adana yöresine aitmiş gibi duran Şahmarân efsanesinin altında, binlerce yıllık inançlar var. İsrailoğullarından İslâm dönemine, Sümer’den Roma’ya, anlatılagelen pek çok öykü birbiriyle ilişkili. E çünkü halk birbiriyle ilişkili. Halklar görüştükçe efsaneler de sürüp gider. Şahmârân da hayatımızı güzelleştirmeyi sürdürür. Şifasıyla, bilgeliğiyle, estetiğiyle…

 


ŞU BİZİM ŞAHMÂRÂN 


Yakındoğu ne kutlu bir yer. Yılanı bile şifa dağıtıyor. Hele yılanların şahı, yani Şahmarân öyle bir figür ki, evlerimizde, oturma odalarımızda bize gülümsemeyi sürdürüyor.

 

Eskiden masallar vardı hayatımızda. Masallar hâlâ var ama artık hayatımızda değiller. Orada bir yerde duruyorlar. Kitaplarda mesela. Öylece… Sessiz… Okuyan olursa… Ama eskiden anlatılırlardı. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılırlardı. Bilinirlerdi. Hayal gücümüz beslenirdi, üzerlerine çeşitlemeler yapardık. Artık anlatan da, dinleyen de olmadığı için ne hayal gücümüz besleniyor ne de bir şeyin üzerine çeşitlemeler yapıyoruz. Ya da belki günlük birkaç laf, hepsi o.

 

HAYATIMIZIN BİR PARÇASI O

Güzel olan, hatırlayan nüfus yaşlanmakta olsa da, bir yerlerde kültürümüzün çınarlarının izlerini görebiliyor olmamız. Bazen bir duvar halısında, tozlanmış bir çerçevenin içinde, bir dükkânın tezgahının üzerinde, bir çini tabak veya kül tablasının orta yerinde, bir kilimde, şalda, el oyasında… İşte bu çınarlardan biri de hiç kuşku yok ki Şahmarân efsanesidir. Size sözüm vardı, bugün sıra onda. (Şahmerân da denir.)

Efsanenin doğal olarak farklı versiyonları var. Gerçek olaylar bile kuşaktan kuşağa aktarılırken çeşitlenirken, uydurulmuş bir öykünün çeşitlenmeden kalması mümkün mü? Değil. Biz, Şahmarân için, farklı anlatıların ortalamasını alıp başlayalım.

 ADANA’DAN YAYILAN SICAKLIK

Cihan kâfir iken (bu ifade, Anadolu’nun pagan, yani çok tanrılı olduğu zamanları ifade ediyor olmalı) Allah Adana’ya (evet bizim Adana, 01) peygamber olarak Hazreti Danyal’ı gönderir. Hz. Danyal pek çok bilimde üstün olduğu gibi gaipten haber vermek ilminde de (ilm-i remil) üstattır. Hz. Danyal bir gün, insanın, kıyamete kadar yaşamasını sağlayacak ilacı bulur. Bu dâhil pek çok bilimsel verilerini bir deftere kaydetmektedir, bu ölümsüzlük ilacının sırrını da deftere yazar. İlacın formülü gereği bazı otlara ihtiyacı vardır ve bunları bulmak için Ceyhan Nehri’nin öte tarafına geçmesi gerekmektedir. Köprüye giderken, masal bu ya, Allah, Hz. Cebrail’i yanına çağırıp, “Derhal git şu Danyal’ı durdur, ecele derman olan çiçeği bulmak üzere, ben onu kullarıma bildirmeyecektim. Git defterini nehre at” der. Cebrail, köprüde yaşlı bir adam kılığında çıkar Danyal’ın karşısına. Biraz laflarlar. Danyal, “Bu ilacı insanlara vereceğim, yaşasınlar kıyamete kadar” der, Cebrail ise, “Rızık ömre göre taksim edilmiştir. Eğer insanlar ölmezse, kim kimin rızkını yer? Bu Allah’ın iradesine aykırıdır” der. Açtığı kanatlarının biriyle vurduğu gibi defter Ceyhan Nehri’ne karışır gider, pek az sayfası köprüde kalır ve inanılır ki, kimya bilimi, işte o köprüde kalıveren sayfaların ışığıyla ortaya çıkmıştır! Fakat defterin düştüğü sular, bir arpa tarlasına akar ve bu nedenle arpa çok şifalıdır, doktorlar hastalarına arpa suyu vermişlerdir ve peygamberler hep arpa ekmeği yemişlerdir. (Kim nereden biliyorsa…)

 

BİRAZ TUHAF BİR OĞLAN

Danyal peygamber, sonunda ölümünün yaklaştığını anlar, tam o sırada da eşi hamiledir. Eşine der ki, “Benden sonra bir oğlumuz olacak. Çok hikmet sahibi ve âlim bir kişi olacak. Adını Câmâsb koy. Bu defterimi sandığa kilitle, oğlumuz istediği vakit ona verirsin.” Ölür. Oğlan doğar, adını Câmâsb koyarlar. Yedi yaşına gelince okula gönderirler, çocuk altı sene okur, tek harf öğrenemez! Anası perişan, peygamber olan rahmetli kocasının yanıldığına mı yansın, oğlunun tuhaflığına mı, bilemez. Zanaat öğrensin diye çocuğu bir sürü yere verir, ı-ıh, fayda yok! “Evlenince düzelir” der birileri, evlendirirler, ne iş tutsa elinde kalır! Nihayet anası Câmâsb’a iki merkep alıp der ki, “Ormana gidip odun kes. Hiç olmazsa getirip onları satarsın.” Aynı işi yapan oduncu ve eşekçilerle ormana gidip gelmeye, sahiden de biraz para kazanmaya başlar Câmâsb.

 

MEŞHUR MAĞARA

Bir gün yine arkadaşlarıyla ormandayken yoğun bir yağmur başlar, bir mağara bulup saklanırlar. Câmâsb eline çomak alıp yeri kazırken mermer bir taş bulurlar. Önce taşı götürüp satmayı düşünürler hep birlikte ama temizleyince görürler ki o bir kapak. Altında da bir kuyu! Açarlar ki ne görsünler? Kuyunun içi ağzına kadar bal dolu. Balı doldurup doldurup götürüp satarlar, en nihayetinde kuyunun bir tek dibi kalır. Haliyle en safları olan Câmâsb’ı indirirler kuyunun dibine, son bal kırıntılarını bizimki verir arkadaşlarına. Ama hain oduncular, onun payına konmak için mermeri kapatır, Câmâsb’ı kuyuda bırakırlar. Anasına gidip yalan söylerler ve olay unutulur.

 KUYUNUN DİBİNDEKİ CENNET BAHÇESİ

Fakat Câmâsb kuyudayken, bir akrep öldürür. Sonra onun geldiği yerden kuyunun duvarı delinir, Câmâsb kendisini cennet bahçesi gibi çok güzel bir yerde bulur. Bahçenin ortasında bir havuz, havuzun yanında bir taht, etrafında da altın ve gümüşten kürsüler... Kimse yoktur etrafta, gider tahta oturur, hayal kurarken uyuyakalır. Bir uyanır ki her kürsüde bir ejder oturmakta ve hepsi de onu izlemekte! Dehşete düşer. Derken büyük bir gürültü kopar, sahneye bir ifrit girer; ifritin elinde bir tabak, içinde de başı insan, gövdesi yılan bir küçük varlık! İnsan başlı küçük yılan dile gelip onunla konuşur, çevrede gördüğü her ejder ve yılanın şahı olduğu, bu nedenle adının Yemliya, lakabının ise yılanların şahı anlamında Şahmarân olduğunu söyler. Şahmarân, her ilme hakimdir ve bütün otlar sırlarını, yani neye yaradıklarını ona fısıldamaktadırlar. (Mâr, Farsça yılan demektir, marân ise “yılanlar”. “Yılan”ın Arapçasından ise hayatın kendisine akan bir yol var. Yazının sonuna kısa bir not olarak ekledim.) 

Şahmaran, Câmâsb’ın yeryüzüne dönmesine bir türlü razı olamamaktadır çünkü insanların bulundukları yeri keşfetmeleri felaketleri anlamına gelecektir. Her ne ise, sonunda rıza gösterir ve Câmâsb’ı salar. Delikanlı 7 yıl bu sırrı saklar ama sonunda yakayı ele verir. (Nasıl olduğu uzun hikâye, belki başka zaman…)

 



BEDENİYLE ŞİFA VE BİLGELİK VEREN ŞAHMARAN

Memleketin (yani Adana dolayları) hükümdarı bir hastalığa yakalanmıştır ve veziri Şemhûr, bu hastalığa iyi gelecek şeyin, Şahmaran’ın eti olduğunu söyler. (Nereden biliyorsa!) Câmâsb’ı bulup işkence ederler, delikanlı çok direnir ama sonunda baklayı çıkartır, Şahmarân bulup getirilir. İhanete uğradığını ancak bunun zorunlu bir ihanet olduğunu anladığında Şahmarân, çaktırmadan Câmâsb’a, “Benim etimi kaynattıkları ilk suyu Şemhûr içsin, ikinciyi sen iç” der. Öyle yaparlar, vezir ölür, Câmâsb’a da bir haller olur, cahilin teki olduğu halde bir anda bütün ilimlere hâkim olur. O sırada Şahmarân, telepatik olarak Câmâsb’a seslenir, “Senin şahına benim kafamın eti iyi gelecektir” der ve başka bazı sırlar daha söyler. Delikanlı bunların hepsini yapar ve hükümdar iyileşerek Câmâsb’ı da veziri yapar. O günden sonra bütün otlar da sırlarını, tıpkı Şahmarân’a verdikleri gibi Câmâsb’a verirler. Söylenene göre Şahmarân’ın kesilip yendiği yer, Adana’daki Yılankale’dir. (Veya Yılanlı Kale.) Evliyâ Çelebi o kaleye Şahmaran Kalesi dendiğini de yazar.

Yılankale


ŞİMDİ DE LOKMAN HEKİM

Evliyâ Çelebi demişken bir duralım. Çünkü ağzından bal damlayan Çelebi’miz, bize başka bir öykü anlatır. Filistin bölgesine ziyaretinde Remle isimli kente gider. Bu kent. Bugün İsrail’dedir, adı da Ramla’dır. Burada Hazreti Lokman’ın kabri olduğu söylenir, Evliyâ, orayı ziyaret eder. Lokman’ın, Sudan’lı siyahî biri olduğunu, bütün otların kendi sırlarını, yani neye iyi geldiklerini ona söylediklerini anlatır.

Gelin devamını Evliyâ Çelebi’den dinleyelim: “Hatta ecele derman bulmaya çalıştı. Arz-ı Mukaddes’in bitiminde Adana şehri yakınında Misis şehri köprüsünden Ceyhan Nehri üzerinden geçerken Cibril-i Emin, elinden kitabını kanadıyla nehre attı.” (Evliyâ Çelebi, Yapı Kredi Yay. Günümüz Türkçesiyle, Haz.: S.A. Kahraman- Y. Dağlı, III. Cilt, 1. Kitap, 1. Baskı, 2006, s.170)

E bu bizim hikâye! Bu durumda ecele çare bulan, köprüden geçen kişi Danyal peygamber mi, Lokman Hekim mi? Binbir Gece Masalları’nda karşımızdaki karakterin adı yine Danyal’dır ama bu kez Yunanistan’da yaşayan bir bilgedir. Yemliya’nın adı Yemliha’dır, Şahmarân ismi geçmez ve oğlu da Câmâsb değil Hasib’dir. (İslâmî kaynaklarda Lokman’ın, İslâmiyet öncesinden bu yana anlatıldığı, çünkü kendisinin İsrailoğullarından olduğu açıkça belirtilmektedir. Örneğin Kusay eş-Şeyh Asker, el-Esâtirü’l-Arabiyye kable’l-İslâm ve ‘alâkatuhâ bi’d-diyânâti-l-kadime.)

 

Remle 1885 öncesi
HALK GEREĞİNİ YAPAR

Görünen o ki, halk, yani hangi dinden, hangi coğrafyadan, hangi milletten olursa olsun, öyküleri dinleyip anlatanlar, kısacası onları yaşatanlar, kendi yerel kültürlerine adapte etmekte hiç zorlanmamışlar. Hikâyenin bazı versiyonlarında Şahmarân erkek, çoğunda da kadındır mesela. İslâm kültürü her iki sureti de kullanmış. Kâh Danyal Lokman olmuş, kâh Lokman Danyal. Bu arada Evliyâ, Lokman’ın Remle şehri dışında gömülü olduğunu söyler. 1885 öncesinde çekilmiş Remle fotoğrafında, şehir surlarının dışında görünen bir kabir var. Çelebimiz ziyaret ettiğine göre, belirgin bir yapı olmalı. Bu da belirgin gibi durmakta. Acaba?..

Gelin görün ki, bizim Tevrat dediğimiz Tanah’da ya da Eski Ahit diyelim, orada Daniel (Danyal) sahiden vardır ve peygamberdir. Zaten İslam geleneğinde de Benî İsrail olarak geçer. İşte Eski Ahit’teki Daniel kitabında Şahmarân yoktur ama Tanrı orada Daniel’e şöyle seslenir: “Fakat sen, ey Daniel, sonun vaktine kadar bu sözleri sakla ve kitabı mühürle; birçok adamlar araştıracaklar ve bilgi çoğalacaktır.” (Daniel 12/4)

   

Tarsus'ta Şahmarân heykeli

         Efsanede Danyal “hikmet sahibi”dir, Tanah’ta da öyle, Kuran’daki Lokman Sûresi 12. ayette Lokman’a hikmet verildiği yazar. Gel de çık işin içinden!

 HAFTAYA ŞİFANIN KÖKENİ

Doğrusu, Şahmaran’la ilgili yazmak istediklerimin daha yarısını bile yazamadım ama haftaya aynı tema ama başka bir detayla devam edeceğiz. Hazır yılanlara dair Temmuz ayındayken, yılanın sonsuz hayatı temsil edişiyle ilgili, “hayat”la ilgili, şifayla ilgili konuşacağız biraz. Konuşacaklarımız, Şahmaran’ın etinin neden şifalı olduğunu da gösterecek bize. Kalın sağlıcakla…

(17 Temmuz 2020'de Hürriyet'te yayımlanmış yazının küçük bazı düzeltmeler yapılmış halidir. Aşağıdaki kısa bölüm, 24 Temmuz 2020 tarihli yazıdan alıntıdır.)

Her zaman söylerim, işin sırrı dildedir, yani sözcüklerdedir. Sözcükler, eğer onlara kulak kabartmayı becerebilirsek, geçmiş toplumların düşünüşleri hakkında bize çok tarafsız bilgi verebilirler. Bakınız Gılgamış’ın doğduğu Sümer toprakları, malum Mezopotamya yani Basra Körfezi’nin üstü. Hindistan dediğimiz topraklar da bunun biraz doğusu. Tüm bu topraklara komşu olan halkların aynı şeyleri konuşmaları, aynı veya benzer şeylere inanmaları, onları yazmaları elbette şaşırtıcı değil. Arapça mesela. Öyle şaşırtıcı olabiliyor ki Arapça sözcükler, insan şöyle bir titreyip kendine geliyor doğrusu. Arapça yılan Hayyâ veya hayye. Yılanın çoğulu ise Hayyât! Hayat ile aynı yazılışa sahipler Arapça’da. Hayy ise Allah’ın isimlerindendir, anlamı da “diri ve canlı”dır. Hayat sözcüğünün karşılığı da budur Arapça’da. Sözcükler, dinlerden önce ortaya çıkarlar malum. Yılanın ve canlılığın aynı köke sahip olmaları, size de heyecan verici gelmedi mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DENİZCİ Mİ OLMAK İSTİYORSUN? KÜREK ÇEK!

DİVÂNÜ LUGÂTİ’T TÜRK’TE DENİZCİLİK TERİMLERİ TARAMASI

PÎRÎ REİS NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?