DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKU

(Mudanya Gazetesi'nden)

Çok rahatsızım…

Çok rahatsızız…

Kendi adıma, işimi yapmayı, işimden çıkıp ailemle dışarıda gezmeyi, örneğin bir sergiye gitmeyi, ardından çok pahalı olmayan bir yemek yemeyi, dostlarla oturup son okuduğum kitap, son izlediğim film üzerinde konuşmayı, üye olduğum derneklerin lokalinde diğer dostlarla toplanıp ülkeyi nasıl ileri uygarlıklar seviyesinde tutmamız ve nasıl diğer ileri ülkelere örnek olabilecek çalışmalar yapabiliriz diye düşünmeyi, ülkemdeki yeni icatları, yeni araştırmaları takip etmeyi, uluslararası arenada kazanılmış Türk başarılarıyla gurur duymayı…

Yani ne bileyim…

Normal bir insanın yapmak isteyebileceği şeyleri yapmak, refah içinde yaşamak, refah içinde yaşayamayan vatandaşlarımın da aynı refaha ulaşması için çabalamak istiyorum işte!

Ama olmuyor!

Borçla dünyaya geliyoruz.

Annemiz, babamız geçim sıkıntısından sürekli birbirlerine girdikleri, bizimle oynayacak, ilgilenecek zaman bulamadıkları için daha çocukluktan eksik ve ezik yetişiyoruz.

İleride hayatımız kurtulsun diye çocuk yaşta kurslar, deneme ve denememe sınavları ile cebelleşiyor…

İlk ona girebilmek adına çocukluğumuzun yok sayıldığını fark etmiyoruz.

Eğer ilk ve orta öğretimdeki her türlü tuzaktan kurtulabilir, ders çalışabilir, beynimiz yıkanmadan üniversiteye erişebilirsek, ana-babamızın üniversite harcımızı yetiştirebilmesi için dualar ediyoruz. Üniversite kapısına ulaşamayan çoğunluk ise başının çaresine bakma telaşına giriyor.

İyi bir iş sahibi olanlarımız yüzde hesabına girmiyor bile. Onları “binde” hesabıyla tutuyorlar.

Kalanlar…

Yani iyi bir iş bulanlardan arta kalan milyonlar…

Yani toplumun bakiyesi…

Eline geçen üç kuruşla geçinmeye, çocuk yetiştirmeye, okutmaya, karnını doyurmaya, giyinmeye, ısınmaya, yaşamaya çalışıyor…

Beceremeyince kredi kartına sarılıyor…

Sonra kazandığı her şeyi borca veriyor.

Yettiremiyor.

Borcu kapatmak için yeni borçlara giriyor.

Tüm bunlarla uğraşırken…

Ülkeyi refaha çıkartmak için uğraşması gerekenler…

Bunun için oy isteyenler…

Ve bunun için oyu alanlar…

Onlarca yıl önce içtikleri andı tutmak için ülkenin tüm temellerini sarsacak girişimlerde bulunuyor.

Piyasalar alt üst oluyor.

Alışveriş durma noktasına geliyor.

Siyasiler siyasilerle, siyasiler sivillerle, siyasiler askerlerle, siyasiler yargıyla, siyasiler iş dünyasıyla kavga ediyor.

Ekonomi çöküyor…

Çökmediğini, iyileştiğini, her şeyin iyiye gittiğini söylüyorlar.

Hayatındaki her şey kötü giden vatandaş, böylesi masallara bile inanmak istiyor.

Sırf iyi bir şeyler duymaya ihtiyacı olduğu için…

Borç batağına saplanmış vatandaşın, borç batağındaki komşusunun oğlu teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşüyor.

Şehit haberleri gün geçtikçe artarken, siyasiler siyasilerle, siyasiler sivillerle, siyasiler iş dünyasıyla kavgasını sertleştiriyor…

Bütün suratlar asık…

Bütün tansiyonlar yüksek…

Bütün hatlar gergin…

En başta söylediğim şeyleri düşlüyorum…

Uygar bir ülkenin, herhangi uygar bir vatandaşı olduğumu düşlüyorum…

Ve bu düşe yaklaşacağımıza, her geçen gün daha da uzaklaştığımızı görüp daha çok üzülüyorum.

Bu yüzden…

Çok rahatsızım.

Çünkü çok rahatsızız.

Ama her şey bu kadar açıkken bile…

Çoğunluğun büyük resmi göremediğini bilmek rahatsızlığımızı katlıyor.

Yakında böyle yaşamayı “yaşamın ta kendisi” zannetmeye başlayacağız.

İşte o zaman…

İşte o dönülmez akşamın ufkunda…

Uygar bir ülkenin, uygar vatandaşları olmamız için gereken her şeyi yapan, hazırlayan, ilk adımlarını atan Mustafa Kemal Atatürk’e ve mirasına nasıl topluca ihanet ettiğimizi anlayacak birileri kalacak mı, çok merak ediyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DENİZCİ Mİ OLMAK İSTİYORSUN? KÜREK ÇEK!

DİVÂNÜ LUGÂTİ’T TÜRK’TE DENİZCİLİK TERİMLERİ TARAMASI

PÎRÎ REİS NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?