Dışarı girin, içeri çıkın!

(Yelken Dünyası'nın Ekim 2007 sayısında yer alan yazı)

Hafta sonunda hava güzelse siz en iyisi

DIŞARI GİRİN


Güzel havalarda mega alışveriş merkezlerine giden aileleri anlamak kolay değil. Belki biraz çalışmak gerek!..

İşte yine hafta sonu geldi. Hava da pek güzel. Ne yapsalar acaba? Aaaa!.. Ne güzel fikir. Zottirik Plaza’ya gitseler ya… Harika! Bu kadar güzel bir havada ailecek arabaya atlayıp, klimalı havayı soluyarak Zottirik Plaza’ya gitmek, doğrusu muhteşem bir fikir.
Çocuklar için de çok iyi olur. Oyuncak satan iki bin metrekarelik mağazadaki jetonlu eğlengeçlere(onlara ne denir bilmediğimden böyle bir isim uydurdum) binerler. Eh, oraya girmişken bir şeyler de isterler haliyle. Kıza, turşu kuran Marbi bebeği, oğlana da, iyilik etmek için maske takmanın gerekli olduğunu, aksi halde normal ve ebleh bir insan gibi yaşamanın yani sürüye karışmanın erdemini anlatan böcek adam mıdır, örümcek midir nedir, onun oyuncağından alınır bir tane daha. Hoş, evde onları koyacak yer de kalmamıştır ya, neyse…
Acıkınca, üst kattaki hamburgerci-kumpirci-tavukçu-pizzacı-köfteci-lahmacuncu-salatacı-ekşimiş ayrancı-fabrikasyon tatlıcı zincirinin karşısına dikilip, boyun hafif yana eğilerek sağlıklı yiyeceklerden birkaçı özenle seçilir ve ailecek afiyetle yenir.
Yemekten sonra, gidilmedik film kaldıysa, saadet -pardon- yiyecek zincirinin hemen yanındaki sinemanın, bir sürü salonundan birine de girilebilir. Ama son çocuk filmi daha üç gün önce izlenmiş olduğundan, en iyisi yine de alışveriştir. Alt kattaki süper-mega-hiper-kurşunsuz-olağanüstü-dev-oha-çüş markete girilir, girerken, otokontrol yitirme, kleptomaniye yenik düşme, başka deyişle hırsızlık arzusu karşısında boyun eğme olasılıklarına karşı, oyuncakçıdan alınan naylon torbaların ağızları, logolu yapışkan bantla bantlanır. Olay kişisel olarak algılanmaz. Çünkü herkes günün birinde hırsız olabilir. Tıpkı meşhur ya da vekil ya da artiz olunabileceği gibi! Sahip olunan potansiyellerle ilgili daha fazla yorum yapılmadan, meleyerek, her biri mini birer kamyonet ölçülerine ulaşmış market arabaları, onları alıp da yanlışlık veya dalgınlıkla eve kadar götürmeyelim diye saplarındaki mekanizmaya yerleştirilen 1 YTL karşılığında ele geçirilir. Çocuklar bu arabaların içine oturmak istediklerinden, 2 YTL karşılığında iki araba alınır. Annenin itelediği arabaya oğlan, babanın arabasına da kız oturtulur. Küçük erkek, annesini çevresel kötülüklere karşı bakışları ve örümcek velet içgüdüleriyle korumaya çalışırken, küçük hanım da babasının, onu ne kadar sevdiğini göstermesini ister. “Ayağa kalkma oğlum!” ve “kızım tamam, gösterdim ya işte, sonra evde konuşuruz” nidaları içinde raflar arasındaki kutsal alışveriş turu tamamlanır. Deterjan; peynir, yumurta ve makarnalar dışında evin hiçbir ihtiyacı görülmediği halde, kasaya birkaç yüz YTL(nasıl olur da) bırakılır. Onlarca torbaya tıkıştırılmış “erzak”la arabaya doğru alçak sürünme başlar. (Market arabaları yerlerine itinayla teslim edilmiş, 2 YTL de bilek hakkıyla geri alınmıştır.) Yolda torbalardan biri patlar, içindekiler yere düşer haliyle ama neyse ki düşenler gofret, cips, kek gibi lüzumlu şeyler olduğundan zarar görmemişlerdir. Fakat eldeki onlarca torbanın bırakılıp, düşen parçaların toparlanması tam bir rezilliktir. Çocukların paylanması, merkezi soğutmaya rağmen dökülen ter ve düşük suratlarla nihayet ulaşılan arabanın bagajı, logolu torbalarla dolar.
Araba çalışır. Klima açılır. Eve ulaşılır. O gün pazar ya, hadi dışarıdan yemek söylenir. Baba duştan çıkar. O sırada, annenin biraz nefes almak için çocuklara zorla izlettirdiği televizyonda, oynamakta olan zararsız belgeselin kuşları, çocukların dikkatini çeker. Onun ne kuşu olduğunu oğlan sorar babasına. Baba da onun martı olduğunu, martıların denizde yaşadığını söyler. Kız atılır bu kez ve “balıklar gibi mi yani babacığım?” der. Baba, “Hayır kızım, kuş o. Balıklar denizin içinde, martılarsa üzerinde yaşar. Ama martılar balık yer” diye cevap verir. Çocuklar, anlamış gibi “hııııı” derler. Baba, neden olduğu tatminsizliği sezerek, “Müsait olduğumuz bir gün ikinizi de alır, martılara simit atmaya götürürüm” diye son noktayı koymaya çalışırken, çocuklar balık yiyen martılara hangi amaçla simit atılabileceğini merak eden gözlerle birbirlerine bakarlar.
Kapı çalar. Yemek gelir.
Havanın harika olmasından istifade edilerek ailecek “dışarı” çıkılan bir pazar günü daha burada biter. Martılar ise, balığın biteyazdığı denizin üzerinde uyuklarken, rüyalarında kendilerine atılan simitleri görürler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DENİZCİ Mİ OLMAK İSTİYORSUN? KÜREK ÇEK!

DİVÂNÜ LUGÂTİ’T TÜRK’TE DENİZCİLİK TERİMLERİ TARAMASI

PÎRÎ REİS NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?